24 Ağustos 2013 Cumartesi

         26.AĞUSTOS 1071        30.AĞUSTOS 1922

          ORDU – MİLLET ANADOLU’YU VATAN YAPARKEN



            Türk tarihi hiçbir milletinkiyle kıyaslanamayacak kadar eşsiz zaferlerle doludur. Zaferle neticelenen büyük meydan savaşları genelde Ağustos ayına tesadüf ediyor. Önemi büyük olan iki zafer var ki diğerlerinden daha büyük önem arzetmektedir. Malazgirt meydan savaşı (26-Ağustos-1071) Dumlupınar meydan savaşı (26-30-Ağustos-1922) Birincisinde 942 yıl önce Anadolu Türk vatanı olmaya başlamış. Türk milleti ordu-millet anlayışı ile Anadolu’yu (1071- 26 )Ağustosundan beri kendisine vatan edinmişti. Anadolu, İki kıta arasında köprü, doğudan batıya her zerresi bir cana bedel. Türk milleti için o artık yakut taşı kadar kıymetli olmuştu. Bu topraklarda yaşayanlar renk, dil, din, soy ve geçmiş farkı gözetilmeksizin emanet artık Türk’e. Anadolu'ya yerleşen Türk’te insanlık sevgisiyle kendisi için ne  istiyorsa, ne yapıyorsa idaresi altında olanlara da onu istiyordu, yapıyordu. Taşıyordu uzak yakın demeden Anadolu’ya adalet, medeniyet, bereket tarihte.  Öyle kanlı savaşlara sahne oldu ki tarihte Anadolu..
 
                          Asırlardan beri dinlenemedi Anadolu.
                          Malını, kanını ve canlarını vere vere geldi.
                          1914 dünya savaşına.
                          Anadolu, yurttaşlarının eşitlik ve mutluluğu paylaştığı yurt,
                          Dünyanın direği ve yüreği olan ülke  
                          Yüz binlerce cana kıyan savaş 1914 yılında başlamıştı,
                          Üç kıta da yokluklar içinde savaşacaktı '' Türk''yedi düvelle.
                          İhtirastan gözü dönmüş lokma arayan devletler birbirine girmişti.
                          Harp ilanları; aşk mektupları gibi art arda devam ediyor,
                          Kıt'alar birbirine çarpıyordu.  
                          Harbin merkezi doğu ve batı cephelerinde toplanmıştı.  
                          Karşı karşıya kaldığımız durumu,
                          Değiştirmek için tek çare ''ordu-millet'' olup savaşmaktı.                                                    
                           Birinci Dünya savaşı galiplerinin amacı şöyleydi:

                           Türklüğü hançerleyip,Türk Milletini yok etmekti gayeleri
                           Nefreti, intikamı şahlanmış yüzyılların,
                           Anadolu’yu taksim,                                                                            
                           Onlar için tek murat ve ellerine geçti
                           İlk defa büyük fırsat.                    
                           Mondros’ta, Sevr’de darağacı kurdular,
                           ‘’Hasta adam’’adını verdikleri aslanı
                           Asmaya kararlılar
                           Sözde Avrupalılar

Üç kıtada dört yıldır süren savaş bitmişti. Yenilmediğimiz halde, ortaklarımız yenildiği için yenik sayılmış ve Mondros ateşkesini imzalamak zorunda kalmıştık. Anadolu yıllar süren savaşlarda yüz binlerce insanını şehit vermiş, on binlerce insan da sakat kalmıştı. Kıtlık, yokluk, yoksulluk diz boyuydu. Bütün bunlara rağmen paydos mu diyecektik. Anadolu’da başlar eğik, yürekler yas içinde…Ama; Türk millet olanları içine sindiremedi ve dedi ki, ordumuz dağıtılsa da, gemilerimize, cephaneliklerimize el konulsa da mermilerimiz düşman elinde olsa da :Acıya tepki vererek,acının yaratıcı gücüyle geleceğimizi belirlemek olanlara ve olacaklara karşı sessiz kalmak intihar olacaktı. Tüm dertlerin ilacı vatan aşkı olunca:
 
                             Türk milleti, olanlara bitenlere karşı
                             Tek vücut olup, yarı çıplak yarı tok,
                           ‘’Korkunun ecele faydası yok’’

16 Ağustos 2013 Cuma

HAYATIN GAYESİ 

        Hayatınız boyunca muhteşem dostlara, örnek davranışlarından yararlanacağınız ve kendilerini rehber olarak seçeceğiniz kişilerle bir olma şansına sahip olun…
Hayat tam bir takım oyunudur. Yaşamınız boyunca çok sayıda insanın desteğini, yardımını ve teşvikini almadığınız sürece kayda değer bir şey yapmak mümkün olamaz. Birlikten kuvvet doğduğunu her aklı-selim bilir. Başarı; birlik, bilgi, gayret, iman ve paylaşmasını bilmekle elde edilir. Bunları gerçekleştirenlerin mağlup olmayacağını bilmemiz halinde de, özlediğimiz yaşamı gerçekleştirebiliriz.
Ter kokan başarı tatlıdır. Bu da hayatı güzel yaşamamızı sağlar. Gönlümüzce geçirdiğimiz hayat bizi mutluluğa götürür. Bu da sağlıklı ve zinde olmakla gerçekleşir. Çünkü sağlık olmadan hiçbir şey olmaz. Toplum içinde ki  ilişkilerimiz mutlu yâda mutsuz yaşamamızı sağlar. Bunları etrafımızı çevreleyenlerle elde edebiliriz. Bunlar gıda gibidir, ilaç gibidir, zehir gibidir, gıdadan vazgeçmek mümkün değil, ilaca ara sıra muhtaç olursun, zehrin her türlüsünden de kaçman gerekir.
Hilenin ve hasedin kol gezdiği çevreden uzak durmakla mutlu yaşama ulaşılır. İdeal yaşamak için, kişisel gelişimimizi tamamlamak çok önemlidir. İnsan olarak dünyayı öğrenmek, baş döndürücü gelişmeleri, ayak oyunlarını, bilhassa bilgi dünyasında ki gelişmeleri yakından takip etmek, hayatımızı öğrenmeye adamak bundan da mutluluk duymak gerekir.
Ruhsal gelişim ideal yaşamın şartlarındandır. Duyarlı ve düşünen bir beyin, üzerine düşen görev ne ise onu bilir, anlar ve faydalı işler yaparak yaşamış olur. İnsan olarak ülkeye ve dünyaya katkıda bulunmak için dünyadaki gelişmeleri  iyi görmemiz gerekir. Ve ben daha iyisini nasıl yaparımım gayretinde olunmalıdır.
              Sosyal duyarlılıkla insan kendi kendini yönetmeli, nefsin kirlerinden arınmış bir kalp ile maddi ihtiyaçlarını da kazanmalı. Ekonomik gücünün sayesinde, kendini maddeten güvende hissetmelidir. Fakirlik idealimizdekini yaşamamızı engeller. Yoksulluk kemer sıktırır, ahlak ve namusun gevşemesine sebep olur. Örf ve adetler de engelleyici faktör olma özelliğini yitirince, yoksulluk rüzgârı, her tozdan  önce fazileti süpürür ve yok eder.
İki türlü fakirlik vardır. Manevi fakirlik ve maddi fakirlik. Ne dünyayı red ve terk ederek yaşayacağız, ne de dünya malına sahip olmak için insanlıktan çıkacağız. Birisi alt çene diğeri de üst çene. Birisi olmadan diğeri bir işe yaramaz. Bizim İslam anlayışımıza göre dünyayı imar görevi insana verilmiştir. İster dünyayı cennete, ister cehenneme çevir... Bu senin elinde. Zenginler ve yoksullar arasında sosyal yardımlaşma müesseseleri ile sosyo-ekonomik güvenliğin sağlanması için kurulan köprülerle  toplumda hayatlarını zor şartlar altında sürdüren yoksullara, yetimlere ve muhtaçlara ideal hayat şartlarında yaşayabilmeleri için  uygun ortam sağlanmıştır.
Hayatı güzel veya çirkin yapan biziz. Yeter ki ondan olmayacak şeyler istemeyelim. Yaşamanın gayesi,  hem yaşamayı hem de yaşatmayı şerefle başarmakla gerçekleşir. Eğer ömrünüzü değeri olan işlere, insanlığı mutlu edecek çalışmalara, gerçek sevgilere, öldükten sonrada yaşayacak eserler bırakmak için geçirirseniz hayatı yaşamış sayılırsınız. Faydası olmadan yaşadığın hayat öldükten sonra seninle gömülür. Hayatta daima acı ile tatlı karışık olarak yaşanır. Onun için acı çektirecek çirkinliklerden korumak ve korunmak bizim yaşama biçimimiz olmalı.
Yaşamınız boyunca adil olun… İnsanlar adaletsizlikten nefret ederler. Her türlü durumda adil ol, kimseye ayrıcalık tanıma. Dünya ahrete böyle götürülür. Doğruluğu arayarak, doğru işler yaparak yaşamak lazım. Doğru söyleyen, yanlışlara yanlış diyen olalım da varsın bunu yapana aptal desinler. Bilmeliyiz ki, kap temiz değilse içine koyduğun her şey bozulur. Yeni nesli hayata hazırlarken, temiz duygulu, doğru yol gösterici, iyi ve bilge öğreticilere teslim etmeliyiz. O zaman istediği hayatı zevk ve neşe içinde yaşama şansına sahip olur. Unutulmamalıdır ki, ''güler yüz altın anahtardır''.
Kötü alışkanlıklara esir olmadan yaşamak lazım. Kötü alışkanlıklar yavaş yavaş, sinsi sinsi içimize ilk adımını atar. Oraya yerleşip kökleşti mi, öyle azılı, öyle amansız bir yüz takınır ki, kendisine gözlerimizi dahi kaldırmamıza izin vermez ve onun esiri oluruz. Zalimlikler, zorbalıklar, döneklikler ve güzel alışkanlıkların tohumları çocuk yaşta filizlenir sonra büyür ve gelişir. Ağaca şekil fidanken verilir. Ağaç yaş iken eğilir. Bir amaç için yaşayan ve o amaca ulaşmak isteyen, kendine ve herkese dost olan insanlar olmalı çocuklarımız.
Başarının sahibi çok olur. Ya suçların, olumsuzlukların ve başarısızlıkların? Bunlara kimse sahip çıkmaz. Dünya nimetlerini zekânızı iyi kullanarak elde edebilirsiniz. Hatta bir gram zekânızla oluşumu asırlar  alan, toplumların  yaşamında önemli olan kültürü de  bozabilirsiniz. Allah yaşamamız için her şeyi yaratmış. İnsan hangi yaşta, mevkide olursa olsun yaptığı ve yapacağı işler de en iyi olmak zorunda olduğunu bilerek yaşamalı. Yapılan her işe ressamın resim yaparken gösterdiği özeni göstermeli. Her işimizde ''ahlaki'' değerler ön planda olmalıdır. Yaşayışımıza dirlik düzen hâkim olmalı. Dik kafalı da, inatçı da, sabit fikirli de olmadan yaşamak gerekir. Ne cimri, ne kıskanç, ne müsrif, ne kararsız, ne sıkıcı, ne aptal, ne sorumsuz, ne de yalancı ol. Mevlana'nın  ''ya göründüğün  gibi ol ya da olduğun gibi görün'', sözü ne kadar önemli bir söz. Görevimiz neme lazımcı olmadan gördüğümüz ayıpları düzeltmek, kötü davranışlara ve işlere karşı çıkmak olmalıdır.
Dostluğun gerçek olanını yaşayın. Dostunu kendine çekmekten çok,  kendin onun için daha fazla fedakârlık yapmaya çalış. Kendini bilen, alçak gönüllü olan, kendine güvenen, bilgi ve doğruluğun savunucusu olarak büyüklük duygusuna karşı olan, olarak yaşa. Allah sevgisi kalbe ait bir olaydır. Allah'ı tam olarak sevmek insanın şahsiyetinde olumlu değişiklere yol açar. Onu, olgun ve kabiliyet sahibi bir insan haline getirir.
Allah’a hakiki kul olarak yaşa ki, mutlu olasın.

Bilal GÜRER
alık 15.08.2013

11 Ağustos 2013 Pazar


                          




BAYRAM  BİTTİ

Kimliğimizin önemli bir parçası olan Ramazan Bayramını gelecek nesillere örnek olacak ve izler bırakacak şekilde kutladık mı acaba? 

Merhamet  duygularımızı  daha  da  kuvvetlendirerek,  hayır  kapılarını  hiç  kapanmadan  açık bırakmayı sağlayabildik mi acaba? 

Kötü arzu ve isteklerin olmaması için vicdanımızı daha da kuvvetlendirebildik mi acaba?

Kırık  kalpleri  ve  solgun  yüzleri  güldürmek,  onları  sevindirmek  için  arayış  içinde  olduk  mu acaba? 

İyilik yapmak, aç doyurmak, çıplak giydirmek için, ruhumuzu ve nefsimizi temizleyerek yüzü açık, anlı pak garibanları arayıp bulduk mu acaba?

Unuttuklarımızı hatırladık mı acaba?

Yitirdiklerimizi  kabirleri  başında,  eski  mutlu  günleri  unutmayıp  aklımızda  olduklarını  birkaç damla gözyaşı ve dualarla andık mı acaba?

Kırdıklarımızın bizi affetmesi için çabamız oldu mu acaba? 

Ya şu üç günlük dünyada mal ve makam için nefislerine uyarak gönül kıranların, üzenlerin af isteklerini bağışlamak için ne düşündük acaba? 

Sevdiklerimize  sevdiğimizi,  unutmadığımızı,  her  günü  günahsız  geçirmek  için  çaba harcamalarını söyledik mi acaba? 

Samimi  duygularla  Allah  rızası  için’’yardım’’örgütlerine  fitre  ve  zekâtımızı  verdik  mi,  iyi niyetle yaptığımız yardımlarla, kimler ne bayramlar kutluyor, yardımımız amacına ulaştı mı acaba?

Bayram geldi ve gitti. 

Yaşadıklarımızın az da olsa tadını alabilmek güzel olmalı. Yardımını ‘’Allah rızası için’’deyip verenlere, alın teriyle kazandıklarından açları doyuranlara, toplumun sırtından geçinmeden helalinden  kazandıklarıyla  dua  alanlara,  cimrilikten,  dünya malına tutkunluk  duygularından kurtulup yoksulları, kimsesizleri sevindirenlere ne mutlu…

Ya bugün? 

Bayram  gelse  de,  bayramı  değil   tatili  nerede  geçirelim,  nerede  iyi  eğleniriz   diyenler  az değil(!). 

Telefon  açarım,  mesaj  atarım,  internetten  mail  ile  yazışırım…  Bu  bayramda  böyle  geçer, diyenlere ne demeli? Bayramı töremizin gerekleri ile kutlayanlar da, nerede o eski bayramlar deyip  dursun.  Geçmişte  kalan  özlemlerini  ve  hasretlerini  anlatır   büyüklerimiz.  Bayram namazından  sonraki  o  bayramlaşmaları…  Oradaki  zariflikleri…  İsrafın  olmadığı  ve yoksulların da düşünülerek yaptırılan bayramlık giysileri... Bayram için hazırlanan yemek ve o büyük ikram sofralarında ki mutlulukları... Uzaktan gelenlerle yapılan sohbetleri...  

Harçlık  vermek  zenginin  süsüymüş.  Ziyaretler  sevginin,  saygının  gülüymüş.  Mazeretler gelmeyenin  suçuymuş. Çorba bile misafiri özlermiş, gelsin diye  yollarını beklermiş. Zengin fakir karışırmış, olmazmış insanlar arasında farklar...

Bayramlar; 

Zalimin zulmünü yensin, öfkenin çığlığa dönmesini engellesin. 

Allah’a  iyi  bir  kul,  ülkesi  ve  milletini  seven  tertemiz  yürekli  insanlar  olarak  yaşmamızı sağlasın. 

Ülkemizde  ilmin  gelişmesini,  bilginin  insanları  güzelleştirmesini,  sanatın  gelişmesini sağlasın. 

Sosyal ahlakın yücelmesini, fakir, yoksul, dul, yetim ve gariplerin düşünülmesini sağlasın.

Nefsin esaretinden kurtulmuş olarak kimseye kötülük ve eza vermeyelim. 

Başkasının eza ve kötülüğüne sabredelim. 

Adil  olalım.  Dilimizi  ve  kalemimizi  iyi  kullanalım,  vurup  yaralamasın…  Zira  o  yara  dikiş tutmaz. 

Mutlu olmak ve mutlu yaşamak için üç şeyi unutmamak gerekir… ’’İnanç - umut ve sevgi.’’ 

Üçünün  arasında  da  en  büyüğü  ’’sevgidir.’’  Kullanılmakla  azalmayan  tek  enerji  kaynağı sevgidir. Birçok şeyi inançla seven insanlar için cennet hayatın ta kendisidir. 

Ne  kadar  çok  şeyi  büyük  bir  hevesle  seversek,   cenneti  şu  anda  yaşamaya  o  kadar yaklaşmış oluruz. 

Hepimiz her iki cihanda da cennette olalım. Her günümüzü bayram gibi yaşayalım.

                                                                                                   Bilal GÜRER

                                                                                                  Ayvalık 11.08.2013      



2 Ağustos 2013 Cuma





      DOĞRU İLE ÇELİŞKİYE DÜŞME:

      Gönül istiyor ki bir kültür seferberliği başlatılsa ve ‘’Türk insanı’’, bozulan kültürel değerlerini düzeltmek ve bozulmak istenen kültürel değerlerinin korunması için bir çaba içine girse. Özümden ayrılmakla kazancım ne, zararım ne muhasebesini yapsa. Girdiği çıkmaz sokaklar da başına gelecekleri görebilse. Bu kötü gidişe dur demek için insanımızın ışığı araması. Işığın ruhumuzdaki karanlıkları silmesini, kültürel değerlerimiz üzerinde oluşan tahribatların tamir edilmesi lazım. Şimdiye kadar oluşan kültür bozulmaları sonucunda; toplumda ki bunalım had safhaya gelmiş durumda. Kime baksanız gergin, stresli. Halinden memnun değil. Gözlerinden alev fışkırır halde. Toplumun önemli bir kesimi  mutsuz durumda. Kimse-kimseye güvenmiyor. Kimse-kimseye saygı duymuyor. Kimse-kimseyi sevmiyor. Oysa Türk kültürün de,’’Güven’’ başarının anasıdır, beceriyi destekler,enerjiyi geliştirir,zihin güçlerini sağlamlaştırır,kudreti artırır.Bunu bilmemize rağmen ,
,bencillik esir aldı bizleri.Bu da bize,’’ kurtarıcı sevgi alevini söndürttü, öldürücü menfaat ve benzeri alevleri iyice yakarak ruhumuzun yok olmasına sebep oldu. Bencilliğimizin, hasisliğimizin, açgözlülüğümüzün, dar fikirliliğimizin ve tembelliğimizin cezasını çekiyoruz. Bundan kaçış yok. Kimse hakkını aramaya cesaret edemiyor.Yarınına güvenle bakamıyor.

      Doğruyu aramak ve yapmak için doğmadık mı? Sadece dert yanıyoruz.İnsan aldatınca da üzülüyor ,aldatılınca da üzülüyor.Zayıf noktalarımız ne bunları yeniden nasıl kuvvetlendiririz demiyor. Kaybettiğimiz güzellikleri nasıl kazandık, neden kaybettik araştırmıyor. Başına gelmeyince olanların farkında bile değil. Oysa Türk kültüründe asıl medeniyet, insanlık, efendilik, sevgidir, saygıdır, edeptir, inceliktir. Unuttuk bu değerleri. Bu değerler bizim yaşamımıza güzellikler katardı. Hakkına razı olarak yaşamayı, hak yememeyi, sabıkı, şükürcü,  kanaati, şefkati, merhameti, yardımlaşmayı, dayanışmayı, paylaşmayı ve tevazu içinde yaşamamızı sağlardı. Ne yazık ki bugün’’ ben’’ merkezli bir yaşamayı işimize geldiği için tercih ettik. Nefsimizin hırslarına esir olup, çıkar ilişkilerini hayatımızın dümeni yaptık. Dağı görüp tavşan denizi görüp balık olduk. Bunun adına da çağı yakaladık, ilericiyiz, aydınız, uygarız diyoruz. Bu kültür bozulmaları sayesinde he şeyin, her ilişkinin sahtesi çıktı. Madde uğruna her yol mübah oldu. Bu rezillikler, bu kepazelikler, millet hayatını mahvediyor. Bir de yeni bir kültür oluşturulmaya çalışılıyor. ‘’ya madde,’’ ya mana’’ diye. Oysa kültürümüzde;’’Siz yalnız bedenden mi ibaretsiniz de hep madde diyorsunuz? ’’Siz yalnız ruhtan mı ibaretsiniz de mana diyorsunuz? Bugün bu kültürü oluşturmak isteyenler ne bu dünya da ne de ahirette mutlu olamazlar. Oysa, dinimiz İslam ‘’hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, hemen ölecekmiş gibi ahirette çalışınız demektedir.Biz işimize ne geliyorsa onu yapıp çıkarımızı düşünüyoruz. Bu gün diyorlar ki dünya kafirin, ahiret Müslüman’ın. Hz. Ali’ye  sormuşlar:’’Efendim’,demişler,’’siz bir kimsenin cennete mi cehenneme mi gideceğini şimdiden bilebilir misiniz?’’ O da’’ evet’’ demiş,’’nasıl’’diye sormuşlar.’’Bunun için illa geleceği bilmek gerekmez. O kişinin dünya hayatına bakarım; pırıl pırıl, tertemiz bir yaşantısı var mı, herkesle güzel geçiniyor, insanlara sevgiyle yaklaşıyor, her anını dolu dolu şükür duyguları içinde geçiriyor mu? Bunları yapabilen bir kimse zaten bu dünyadayken cenneti bulmuş demektir,o ahirette de cennette olur.’’ Diye cevap vermiş. Bütün mesele dünya hayatı ile ahiret hayatını birbirinden ayırmamak, madde ile mana arasında sentezi iyi yapmak gerekir.
     
     Akıl ile bilimi ve sanatı yücelterek medeniyette ilerlemezsek gerçek güzellikleri yaşayamayız. Türk kültürü insan merkezli olduğu için insanın sosyal ve içtimai hayatında mutsuz olacağı her şeyi reddeder. Dünyada bir iyilik yapamazsan, kötülükte yapma, kötülük tohumları ekme. Daima herkese karşı iyi, sevecen, cömert, sevgi dolu fikirler üret. Keder ve gölge yerine, güneş ve sevinç, cesaretsizlik yerine ümit ve cesaret yay. Sadeliğe ve güzel alışkanlıklara yönel. Maddi ve manevi kötülük fikirlerinden uzak dur. İyilik fikirleri dostun olsun. Zihnini adalet ve doğruluk fikirleriyle besle. Kimseye zarar vermeden yaşama anlayışı ile nefsimize hakim olmalıyız. Bu ilkelerle hareket ettikçe zihin ışıklı, verimli; hayırlı fikirlerle dolar ve bu fikirler bir alışkanlık halinde iş ve uygulama alanına yayılır. İnsanlar içlerinde mükemmel bir insanı barındırarak yaşamalı, kalp kırdıysa onarmaya çalışmalı.
                                                                                                                         
                                                                                               BİLAL GÜRER
                                                                                         02/08/2013  AYVALIK